Sitem hakkinda

Bu sitede diger sitelerden sectigim yada gazetelerden buldugum ve sizlerle paylasmak istedigim yazi,siir,resim vs seyleri bulacaksiniz.Umarim begenirsiniz.

Okuduklarim


Barış Pehlivan , Barış Terkoğlu
Metastaz

Dinlediklerim

Seyrettigim filmler

MISAFIR DEFTERI

Sonntag, 22. Mai 2005

Provokatörün dönüşü

"-Merhaba abi!"
"-Merhaba! Hazır mıyız bugün için?.."
"-Hazırız abi... Kızıl bayrakları hazırlattım. İyi para kaldırdık kızıl bayrak satışından..."
"-Maskeliler hazır mı?"
"-Konuştuk. Tam öğle vakti saldıracaklar. Cam çerçeve kalmayacak. Bir de Türk bayrağı yakma işi örgütledik. Nevruzda bizim ufaklıkların yaptığının benzeri... Tuttu o iş..."
"-Tamam, televizyonları aramayı unutma..."
"-Unutur muyum abi... Öğlen saldırtacağız ki, 13.00 bültenine yetiştirelim. Duyan gelecek."
"-Türk bayrakları hazır mı?"
"-Hazır abi, öğlen piyasaya süreceğiz. Elimizde 100 bin bayrak var."
"-Nevruzdan sonra satmamış mıydık onları?.."
"-Yok abi, bir kısmını Trabzon'a göndermiştim. Ama linç işi beklediğim kadar büyümedi. Bu sefer daha çok satış bekliyoruz."
"-Dernekle konuş. 'Her eve bir bayrak' seferberliği organize etsinler. Toplu satış yaparız."
"-Elimizde epey Nutuk da arttı. Onları da bizim korsanlara dağıtalım istersen."
"-Dağıt. 19 Mayıs geliyor bu arada..."
"-Hazırlanıyoruz abi, iki arkadaş gece büstü kıracak."
"-Bizim büstler hazır mı?"
"-Atölye gece gündüz çalışıyor. 'Her okula bir büst' afişleri de hazır. Büste saldırının ertesi günü kampanyayı başlatacağız. Asıl büyük voliyi oradan vuracağız."
"-Çok üst üste geldi, millet kıllanmasın?.."
"-Yok be abi... Görmüyor musun, tek haber yetiyor milleti ayaklandırmaya..."
"-Aslında şu türban işine de bir el atsak..."
"-Nasıl abi?.."
"-Ne biliyim, şöyle yeşil bayrakla bir yürüyüş filan... Hem yeşil, hem kırmızı satarız."
"-İstersen bu cuma çıkışına örgütlerim."
"-O zaman ben 10. Yıl Marşı CD'leri sipariş vereyim. Cumartesiye hazır olsun."
"-İyi fikir abi. Yalnız marşı biraz gündeme taşımamız lazım."
"-Bizimkilerle konuş. Barda bir Kürtçe türkü isteme işi ayarlasınlar.
Kavga çıkarıp müşterilere marşı söyletsinler."
"-Tamam abi, bu gece hallederiz. Sen haberi hazırlat."
"-Anlaştık. Tişört siparişini verdin mi?
"-Verdim. Yarısını 'Hedef AB' diye basıyorlar, diğer yarısını 'Kahrolsun AB' diye... Üniversitelere dağıtacağız."
"-Hadi oğlum, fırsat bu fırsat... Eski günlere döndük yine..."
"-Nihayet be abi, nihayet!.."

can.dundar@e-kolay.net[img]

Dienstag, 17. Mai 2005

Demek istediklerim bunlar değildi

Bugün 16 Mayıs, meteoroloji kayıtlarında her yıl Filizkıran Fırtınası diye geçer; ama bundan da önemlisi Hasan Hüseyin Korkmazgil'in adını bu fırtınadan alan şiiri "sapsarı karanlıkta yerler bahar ölüsü" diye biter... Aslında bu hafta yazma hevesimde tık yok. Ne halt edeceğim bilemiyorum. Yazacak bir şeyler bilsem, vallahi de billahi de yazacağım ama aklıma gelmiyor; aklıma nedense hep yazılmayacak şeyler geliyor. Bazen canım, resim yaparcasına dizginsiz yazmak istiyor.

Çünkü gece... Ve onuncu kat penceresinin ardındayım. Şu yıldızı, adını bilmiyorum, gezegenin her yerinden görüyorlardır... Karanlığı aydınlatamayan mütevazı mavi ışığında mutlaka bir felsefe buluyorlardır, yani ışığı her göz kırpışında... Lakin ben burada klavyemle bir başıma tıkırdıyorum, yorumsuz: Belki de kelimelerden yorulmuş ve yoğrulmuş bir resim çiziyorumdur. Belki de renklerin yerine kelimeleri mıncıklayıp yalanıma ortak bir tabloyu kaleme alıyorumdur. Apartmanların kuytu kovuklarından gelen fırtına habercisi uğursuz rüzgar uğultusunun tacizinde, Gece Karanlığında Camın Arkasında Filizkıran Fırtınasını Bekleyen Bir Aydın Namusu'nu koruyorumdur; son politik gelişmelere bigane... "Namus?" Ne riyakar kelime! Artık eskisi gibi değiliz. Zira yıllardır hep Filizkıran Fırtınasına maruz kaldık. Önce buna bir mim koymalıyız. Ama belki de çaresizlikten, böyle diyorumdur. Çaresizlik ve cesaret... İkiz sözcükler... Çaresizlik nedeniyle her bir şeyi göze almak cesarettir... Cesaret ise, elbet çare yaratmaktır, başka bir şey değil; ama konu bu değil. Konumuz, konusuzluk... Nerede kalmıştım? Kapkara karanlıkta mı, suspus suskunlukta mı? Suskunluğumuz, söylediklerimize kulak asılmayışından mı; yahut yine bir Fırtına öncesinde oluşumuzdan mı?

Şimdi demek ki kendimce suskunluğu bozmamak, bir şey söylememek için yazıyorum; işte öylesine. Sahi bazen siz de böyle yapmıyor musunuz? Aslında bazen bir şey söylememek için konuşuyoruz; yazıyoruz. Çünkü konuşmazsak yazmazsak, biliyoruz ki, belki de söylenmemesi gerekeni söylemiş olacağız; "hakikat"ten çalacağız. Hırsız kemanlar da sözcüklerimi çalıyor Vivaldi çapkınlığında ve ben yine susuyorum işte. Herkes gibi ben de sarsıntısını bekliyorum şiddetini bilmediğim toplumsal bir zelzelenin; ve kımıltısız bir zelzelenin vesvesesinde, allegro rehavetteyim sakin mi sakin... (Üstüme gelmeyin, hiçbir şey demek istemedim; şu an kendi halimde müzik dinlemekteyim!) Çünkü şimdi saat gece yarısı biri üç geçiyor. Geçen zaman değil de saatin tik takları canıma tak ediyor. Tik takları duymazsam fark etmiyorum, ama vallahi zaman çaktırmadan geçiyor. Masada tuzluk gözümde gözlük; tuza tuz göze göz mavalımda; sandalye masasız oturmuş ööööyle bakıyor: Ve hakikatlerim değil inanın ki, sadece masamın üzerinde eksik bir kadeh beni böyle yer ile yeksan ediyor. Şimdi yine, hep böyle şimdi yine, gözleriiiiiim yanıyor. Gözlerim şimdi efendim, yani iğne iğne susuyor. Susuyor gözlerim efendim, gözlerim kusuyor. Emsaline meftunmuş lakin mahcupmuş neye yarar? Kabuksuz yaralarım kanıyooor, kanıyor ve itham ediyor hala anılarımı... Başka sesler mi çınlıyor suskun gözlerimde, puskun göz bebeklerimde? Birisi gaipten mi gelmiş yoksa diğeri kaulü beladan, belaların katmerlisinden ha bire kaçıyormuşuz ya peşimize bakarak, bir de peşimize takılmış geçmişimizle avunarak; avanak takazalardan peki neden hep böyle maraza çıkıyor?

Gözlerim niçin mi susuyor? Madem ki insanın özü sudur ve gözyaşı dahi sudur; gözyaşı öyleyse her insanın özsuyudur. Göz pınarlarını doldur doldurabildiğin kadar... Çünkü "severim fırtınanın her türlüsünü" demiştir şair ve bakın dışarıda yine Filizkıran Fırtınası var. Elbette bunlar değildi demek istediklerim; heyhat bütün kuru sözlerim bu demek istemediklerim üzerine kuruldu ve...

Melih Pekdemir

16.5.2005

melihpekdemir@birgun.net

Montag, 16. Mai 2005

Öpüş

Bizdeki kahvelerden hiçbirinin tarihinde, öpüş üstüne yazılmış bir yazının yüksek sesle güle eğlene okunduğunu sanmıyorum.
Bu tür hafiflikleri oldum bittim yakışıksız bulan geleneksel ağırbaşlılığımızla, asık suratlılığımızın ise; üretimin artmasına fazla bir katkısı olmamalı ki, geçim koşullarının gün günden ağırlaşmasından hepimiz yakınıyoruz...
Belki de başların ağırlığıyla geçim koşullarının ağırlığı arasında, gizli bir orantı vardır. Koşullar ağırlaştıkça başlar ağırlaşmakta; ağırbaşlılık çoğaldıkça da, koşulların eziciliği yoğunlaşmaktadır.
***
Koşulları bir anda hafifletmek kolay olmadığına göre, acaba daha önce başlarımızı hafifletmeye kalksak; sırtımızda, suyumuzu çıkaran yaşam yükünü de, dolaylı bir biçimde daha çekilir bir hale getiremez miyiz?
Sürdüregeldiğimiz ağırbaşlılık, şimdiye dek, belimizi büküp duran sıkıntı hamallığından bizleri kurtaramamıştır.
Öyleyse...
Öyleyse kahvelerde öpüş üstüne yazılmış yazıları, güle eğlene yüksek sesle okumaktan korkmayalım...
Varsın ağır olamadığımız için, kimse bize molla demesin...
Ve dostlar zincirleme bir keyifle "İşte geldik gidiyoruz, yaşadığımız yerler şen ola..." desin.
***
Dr. Gibbons, öpüşün bilimsel tanımlamasını şöyle yapıyor:
- İki "orbicularis oris" adalesinin gerilerek üst üste gelmesidir...
Bu tanımlamaya göre, "orbicularis oris" adaleleriniz, gerilir de üst üste gelirse, anlayın ki birini öpüyorsunuz...
Dudaklarına doğru yaklaştığınız biri, sizin kendisini öpmek istediğiniz kuşkusuna kapılır da, yüzünü bir o yana, bir bu yana çevirmeye kalkarsa:
- Ben seni öpmeye çalışmıyorum, sadece "orbicularis oris" adalelerim gerilerek üst üste geldi, diyebilirsiniz.
Bu açıklamayı duyunca, o da başını sağa sola oynatmaz ve gerilerek üst üste gelen "orbicularis oris" adalelerinizin gevşemesine yardımcı olur.
***
Goldoni:
- Bir kadın öfkeliyken, dört küçük öpücük yeter onu yumuşatmaya, diyor.
200 yıl öncesi Venedik'in, çıtırlı pıtırlı çapkınlıkları içine doğmuş olan Goldoni; bilmesine bilir bu tür reçeteleri ama, dünyamız o zamandan bu yana öylesine değişti ki, bir kadın öfkesini yatıştırmak için, dört küçük öpücüğün yetmesi şöyle dursun; bazen dört kürk, iki pırlanta, bir araba; bazen de dört sille, iki yumruk, bir tekmeyle bile durumu değiştiremediklerinden yakınanlar; hangi meyhanede kaç gece sabahladıklarının hesabını karıştırır oldular.
Ya 200 yıl içinde öpücüklerin uyuşturuculuğu azaldı, ya kadınların öpücüklere karşı bağışıklığı arttı.
Nitekim siyasal alışkanlıklarda dahi, bir öfke patlaması olduğu zaman; durumu yatıştırmak için öpüşle möpüşle yetinilmiyor; çok daha kötü ve dopingli girişimlere geçiliyor.
***
İtalyanlar bıyıksız öpücüğü hardalsız bifteğe benzetiyorlar. Bizdeki erkeklerin bıyıklarına olan düşkünlüğünü kibarca özetlemek için, turizm propagandalarımızda kullanabiliriz bu benzetişi:
"Mavi denizler ve görkemli kubbeler ülkesinde biftekler daima bol hardallıdır."
***
Shakespeare de bir şiirinde:
- Onun öpüşleri, demiş, dünyasından vazgeçmiş bir papaz sakalının dokunuşu kadar arı ve saftı...
Bir genç kız öpücüğünün, deneyden hiç geçmemiş tazeliğiyle ürkek usulluğunu anlatmak için; koskoca Shakespeare'in bula bula, dünyasından vazgeçmiş bir papaz sakalının dokunuşunu bulması, büyük sanatçının bu konuda bir anlatım zorlamasına düştüğünü gösteriyor.
Kendisinin yüzüne, yanaklarına, dudaklarına; gencecik bir kızın öpüşleri yerine, dünyasından vazgeçmiş bir papazın sakalı deyip dursa; ikisinin birbirine hiç de benzetilemeyeceğini daha iyi anlardı.
***
Maeterlinck:
- Ancak öpüşürken söylenebilen şeyler vardır, diyor; ola ki kişinin yüreğindeki en derin, en temiz şeyler, bir öpüşün çağrısını duymadıkça çıkamıyorlar oradan...
Maeterlinck, günlük bir gazetenin yazarı olsa, hapı yutmuştu. Ya yüreğindeki en derin, en temiz şeyleri çıkartacağım, diye; kendisine öpüş ortağı aramaktan, yazıyı çıkartamaz; yahut yazıyı çıkartacağım derken, ortaklığın tadını çıkartamaz; velhasıl kördüğüm olup ne halt edeceğini bilemezdi.
***
Öpüş deyince nedense hemen cinselliğe kayar akıl. Oysa cinselliğin dışında da; ne tumturaklı, ne karmaşık makaslı, ne püskülü kuyruğuna takılmış öpüş türleri vardır... Örneğin yere sağlam bastığı sanılan birinin, tabanının altını öpmek; yahut çöktüğü yerden hiç kalkmayacakmışçasına, oturduğu yere kurulmuş birinin, önce eteğini, sonra elini ve kazara ayağa kalkarsa da, daha başka yerlerini öpmek gibi... Talihsizliğin sillesini yiyince, yüzükoyun kapaklanıp, yeri öpmek gibi...
***
Kimi zar atmadan önce zarları öper; kimi ayağını karaya basınca, toprağı öper; kimi bir müjde mektubunu, kimi inandığı kutsal bir simgeyi, kimi de yeni kavuştuğu bir özgürlüğün ilk içkisini öper...
***
Ve kahvelerde güle eğlene yüksek sesle hiç öpüş yazıları okumamış olanlar; gurbete düştüklerinde mektuba başlarken, büyüklerin ellerini, küçüklerin gözlerini öperler. İçlerinden çok daha fazla özledikleri başka öpüşleri geçirseler de, o kadarıyla yetinmek zorunda kalırlar. Ağırbaşlı olmak yüzünden, sadece selamlar söyler ve sadece selamlar alırlar...

Not: 23 yıl önce yazılmış bir yazı... "Şeytanın Gör Dediği"nden...

Cetin Altan

Mittwoch, 11. Mai 2005

BIR DELI BOZACAKSA BU AHLAKI

Gecenlerde esraftan Cemal efendi beni ziyaret etti. Hoca efendi dedi, bizim Deli Asiye'yi tanirsin, bu kizcagiz köyün orta yerinde götü basi acik gezer, günün hangi vakti hangi finduklukdadir bilenimiz yoktur, kahvenin önünden gecti mi bütün biyigi terlememis gencler ic gecirip deli Asiye'nin pesinden bakar. Ee Cemal efendi, sonra, sonrasi hoca efendi bakarsin genclerden biriyle basimiza bir is gecer, testi kirilmadan bu isin hal caresine baksak... Eee Cemal efendi nedir bunun caresi, caresi hoca efendi, jandarma bunlari toplayip Bakirköy'e yolluyormus, su bizim köyden gitsin de basimizi belaya sokmadan hayirlisiyla, nereye giderse gitsin.
Cemal efendinin derdi bu. Allah'un bir hikmetdir diye yolladigi zavallicik deliyi köyden atacak. Niye Cemil efendi, Deli Asiye'nin götü basi acikmis, genclerin niyetini bozaymis... E ne yapacuk, deliyi kovacuk... cözüm bu. Ey müminler, lafumu iyi dinleyin, bu niyet nasil niyettir ki, bir deli Asiye kahvenin önünden gecmeyle bu niyet bozulur.
Habu Deli Asiye'yi evimize alsak, üstünü basuni giydirsek demiy de, deliyi köyden kovalum. Bu deliyi köyden kovmasina kovariz, ama Allah'in isi belli olur mu, yollar baska deliler. Habu memlekette deli mi araysin.
Sayun cemaat aklunuzu basunuza alun, Allah'un mazlum, garip delilerini köyden, sehirden kovarak bu is düzelmez. Bir deli senin ahlakunu namusuni bozacaksa senin ahlakunun icine muhtarun köpeki sicsun. ey Cemal efendi, gör namusumuz, ahlagumuz ne hale geldi, götü basu acuk bir deli bozayi oni. Millet isini gücünü kovmanin fetvasini gelmis, Ofli Hoca'dan alacaklar, olacak is mi cemaat, bana sorarsan, ben bu köyden Cemal efendiyi kovarim, derum ki, cek git ula, ne zaman hau niyetini temizlersen o zaman gelürsin.

YETMIS BIN HURIYE PAZARLIK YAPAY

Bu Müslümanlarun isine benim aklim yetismiy... Daha sübyan usaklara yaz ayi geldi mi bizim Sari Müezzin ders verur. Cemaata da haber salaruk usaklari gönderin Allah'un kitabini ögrensunler.
"...Uslu durun kadunlar, sira size de gelecek, konudan konuya atlayrum, size de atlayacagum...
Bir gün erken vakit camiye geldim, bizim Sari usaklari basina toplamis anlatiy: Böyle günah yaparsanuz yetmis bin sene yanacaksunuz böyle sevap yaparsanuz yetmis bin huri gelecekmis bilmem kacyüz tane tugba agaci, bunlari teker teker sayayi. Dayanamadim, yeter kardasum dedum, yetmis bin huriyi hamsi gibi kasaya dizsen üc kamyon almaz, usagim birazcuk dikkatli ol, habu usaklara Müslümanluk mu ögretecesun, yoksa amcan Topal Haydar gibi toptanci tüccar mi yapacasun, nedur yetmisbinden asagi düsmeysin, kurban oldugum Allah isini gücüni birakti da sana yetmisbin kisilik huriler ordusi mi hazirlay, bir tane topal kariyla habu hayati nasil yasadun ula, insanda birazcuk kanaat olacak, kanaat etmesini bilmeyen habule sayulari karistirir.
Ne zaman gelsem habu camiye sadirvanin yanunda güya abdest alayi, otirmis, gelenle gecenle konisiy, ayak parmacuklarini ovalay, ula usugum, halilarin üstü tozdan yosun tutmus, bir kere de eline süpürge al, su Allah’in evini bir temizle, gel birlikte yapalum, yok, üsteluk utanmaz, bir huri neyine yetmez senin, yetmis bin huriyle icten ice pazarluk yapay, karsidan gören de der ki ne mülayim adam, bu ne demektir, ula insan dua ederken der ki, cennetin bir kösesinde bir hasurcugun bir kenarunda söyle cömelecek kadar bir yer bana yeter, demiyor da. yetmisbin huri, bilmem kac bin gilmanin pesinde bizim sari, ula sari, ezana bütün camilerden sonra baslarsin, bütün camilerden önce bitirirsin, ama sadirvanin önünde ayaklarini kasimaya basladin mi konis da konis, demek yetmisbin huri, kurban oldugum Allah isini bilir, sana orada yetmisbini de topal hurileri verecek ki, benim de yüregim serinlesin...
Ey Müstüman! lafumi iyi dinle, sakin ola ki bizim sari Müezzin gibi, Allah'un kitabuni toplamayla cikarmayla usagunuza ögretmeyin, deyün ki usaklariniza, top isteyene top verecek, araba isteyene araba, gerüsine karismayin, daha yasi ermemis usacuklarin aklina da sakin ola ki hurileri sokmayin, cocuk akilidir döner der ki, bubacugum huri dedugun nedur, kime benzer, o zaman ne cevap verür, ne bok yersün. Bu hatalari biz de yaptuk genclugumuzda, aklima geldukce gülerim, namazi bile fesata sokmusumdur bizim hanumun habu lafuna. Benum kiz cocugum daha bes yasindadur, kucagima almis, seviyrim oni, habu bizim sari müezzin gibi cahul zamanlarumuzun cahul laflarini ediyrim, bizim hanum sinirli sinirli usagu kucagumdan aldi, "dinleme babani kizim, orasi bizim cennetumuz deguldur, orasi babanin cennetidir, birakta kendi kendine eglensun..." gene de gülerim bu lafa, simdi sana sorayrim Sari, senün niyetini anladuk, yetmisbinden asagu düsmeyeceksün, bir de hanumuna soralim, onin gönlünde acaba kacyüz bin var?

SOYLE BANA CEMAAT SENUN DE AKLUN VARDUR

Ey cemaat, habu mübaret aksam hüngür hüngür aglayun, yüregunde mercumek kadar merhamet varsa, otur da haline agla. Pastaci Osman'i tanursiniz, cocuk yuvasnin sokagunda hergün yetum usaklarun agzi sulaniy, camlara bakay, simdi habu Derecuklu Osman, ücü bitirdi, dördüncü kez haca gidiyi, aliyi kurbanlik koyuni, kafasini kesip birakiy Arafat'ta, bu kadar dünyanin hacisi da onin gibi birakiy orda. Kim aliy bu koyunlari, sorayrim kim aliy, biz bakurini bulamayruk, onlar gümüsi begenmiy, altindan ucaklar yaptiriy, hau Araplar aliyi, kimin parasini, bizim Derecuklu Pastaci Osman'in parasini, Osman habu paralari anasinin karnindan getirmedu ya, Osman nerden aliy haca gidecek habu parayi, hoca efendunin isi gücü yok da, size film mi seyrettiriy, sonuni söylemiyrim, aha dükkani ordadir, gidin sorin... Kimden aliy, öksiz usaklardan aliy, aliy de ne oliy, ölünin köri oliy, yuvadan usaklar kopa kopa geliy, haci baba haci baba, ee ne oliy, ac hau mübarek avucuni usaklar öpsünler...
Söyle bana cemaat, senun de aklin vardur, hacilik bu mudur, hadi ben deluyum, siz akillisini söyleyun, habu icin akilli tarafi var midur, siz de haklusunuz, bir taraftan bir taraf mutlak deludur. Habu hoca efendu acuk sacuk sohbetler yapay diye deludur dersunuz, sizun isiniz masallah cok gizlidur, kimse görmiy, Allah görmiy saniysiniz, ben ne gördiysem oni anlatiyrim usugum, benum öte tarafa, mahser gününe pek lafum kalmamistir, lakün bana öyle geliy ki, kurban oldugum sani yüce Allah'um sizin ifadenizi ala ala bitiremeyecek.
####
Bazan da diyrim ki kendi kendime, hoca efendl Ey Ofli! Habu laflari disini siksan etmesen, kimseyle kötülük olmasa ne olur? Ne olacak ula usugum, zay sirat köprüsünden gecerken beni sirtinda mi tasiyacaksun, usugum ögretmediler mu din, kitap, mahser günü, ne anne evladi, ne evlad anneyi taniyacak" anasini taniyamayan adam beni mi taniyacak. Ben Allah'tan korkarum usugum, oraya vardugumuzda herkes kendune, herkes yedugunun, ictugunun, yaptugunun hesabunu verecek. Aha Ofli Hoca'nuzun zayufluktan yanaklari birbirine girmis, yedugumuz varsa ortadadir, iyi dinle, üc metre kefen cok bile bana, siz düsünün, dört metreden pantol yetistiremezsunuz, lesunuzu sarmaya otuz metre kefen az kalur.
Gene sinirlendum. Ne diyler arkamdan, hoca efendunun mallmizda, mülkümüzde gözü vardur, ula usugum, habu sakalimla Arakli minibüslerinde simsarlik yapsam gecinurum, sana memleketin yarisini verduk gene doymaysin, bir aksam olsa da desen ki, hoca efendi bu yur evimize serefver, bir yemegimizi ye...
Habu kadar küfüren sonra hoca efendu bu rezul adamlarun evine gider, yemeklerini yer mi ?
Gider cemaat, gider, sasirma.
Nicun gider diyecesun?
Nasil yiyler merak ediyrim. Habu gözler toprak olmadan dünya göziyle bir görsin. Habu kadar mali, mülki, aksam olinca nasil yiyler, hoca efendu daha yedi yasinda usaktir, Kazim Karabekur Pasa'nin elini opmistir, niye öpmüstir, hoca efendunin babasi Allahuekber Dagin’da sehit olmistir, nerden geldi habu konisikler dilime, sirasi miydi, zay aglatacasunuz hoca efenduyu, hadi kalkun, bu kadar konusuk yeter, saflari siklastirin, disarda kalanlar var,yanlis duymadim, ezan okindi mi?
-Okunmadi hoca efendi!

HABU KUTSAL TOPRAKLAR BIZIM FINDUKLUGA BENZEMEZ

"...Bir lafum daha vardur ki, müftüye taahhütlü yetustururler. Gecen yil hac yolundaki otobüslerde kac haci ölmüstir, altmis haci, her yil böyle. Niye ölüy bu Müslümanlar, otobüslerin havalandirmasi yokmis. Gazatalarin en dip kösecekizinda yazay, altmis kisi ölmüstir.
Soraylar baskana (Diyanet Isleri Baskani) "Nedur bu durumlar baskan?", baskanun keyfu yeründe, "Bir sanssuzluk!" Ey baskan, hangüsi sanssuzluk, havalandirma mi, yoksa senun baskan olman mi, sen habu Müslümanlarla basa cikamadin da, hepsuni teker teker haci yapacum diye cöllerde mi bogaysin, bilmiy misin havalandirmali otobüs nasil olir, basinin üstünde delukler vardur, bir de dügmesi, hauni da mi bilmiysin baskan, o otobüsleri kim kiralay, parasini kim veriy, nedur derdun baskan, acukla bu isun ayrintisini, isun gücün yok, milletun kafasuna kilcik sokarsin, denuze girilirse oruc bozilir mi, yok bozilmaz mi, Müslümanlarun bütün dertleruni cözdün de bu isin simdi deniz tarafi mi kaldi, la usagum ne orici, ne bozilmasi, millet denuza girmeden otobüslerde cöllerde bogiliy, habu lafa cevabun nedir baskan, millet burada boguliy, karada, habu baskanlugu bilmiysen, bilmiyrim de, bir bilen cikar herhal...
Ey cemaat, hac yolinda ölen bu Müslümanlarun sahipleri yok midir, coluklari, cocuklari, kadunlari bir sey demez mi?
Demezler cemaat, niye demezler, dinle, birincusi, ne de olsa hac yolinda ölmüstir, yari yariya sehutluk mertebesudur, hasa kim bir sey diyebilir Allah'un hikmetine...
Ikincisi de dogrusidir, cünkü benum fikrumdur, haca giden Müslüman hali vakti yerunde adamdur, ee ne diysin hoca, yani hacinin vardur mali mülkü, cocuklar bekler ki haci babamiz Allah'a selamet olsa da malin üstüne otursak. Nasil beklerler hem de, tavuk kümesinin kapusunda bekleyen cakal gibi beklerler.
Diyeceksunuz ki, ee Ofli Hoca, eskiden otobüs de yokti, yokti ama Müslümanlar devenin havalandirma diye bir durumi da yokti, doldurursun kümes gibi adamlari otobüse, asarsun bayraklaru, korna cala cala gidersün, nereye, hava gidersün, bu is beni sarmay usaklar, deveylen de bir daha koca cölleri gözim kesmiy ama, otobüslen hic kesmiy...
Hoca efendi bir kere haca gitmis, Allah'un emrunu yerune geturmustur. Ama ikincusu dünya üstüme gelse gitmem, tövbe, gitmem, hoca efendi bütün rezullugu habu gözlerle görmüstür, ne diyrim size Müslümanlar, büyük abdestun gelur gidecek yer yok, habu kutsal topraklar bizim findukluga benzemez, nereye yapacuk ula, bir cevap ver, ey cemaat nereye yapacuk, Getürdüler bir tence're, sasirdim kaldim. Habu tencereye mi dedum, yol yok habu tencereye. Rezulluk ki ne rezulluk, düsündum ki ey Ofli! Senun adun biraz da delu hoca olur, tencere tencere ne yapalum, sulari kutulara koydun götürdin, helayi da sirtinda getüremezsün ya, ne yapalum, care yok, peku usagum muhtar efendunun üc dönümlük camis gibi karisi o da mi habu tencereye, ne rezullukler ne rezulluklar, oturduk tencereye olduk haci... La kardasum ne hacisi, bizim ki kepazelük, söyle bana cemaat, senun de aklun vardur...

KADUN KISMI LEZUZ YARATUKTUR

Otur yerune, ayaklanma, buranun imami benim, otur dinle, fikrun aculsin, ben ne zaman dersem o zaman kilunir bu namaz, daha vardur ezana, ben böyle her seyi acuk acuk konisiyrim, cemaat kizayi bana, müftülüge sikayet ediy, arkamizdan deli hoca diyenler vardur, bilurum, bilurim vardur, onlarun derdu baska, delulukse benum deluluk, konusmalarim islerine gelmeyi.
Niye diyeceksunuz, otur yerine, ayaklanma, iyi dinle, vardur namaza, tanirsunuz, tanirsunuz, hocanin biri vaaz veriy, helal kadinina bile böyle yanasma günah, söyle yanasma günah, bugün persembe, yarin bayram, efendume söyleyeyim isik yanmayacak odada, yok efendum konusuk olmayacak arada... E dürzü, sana kalursa bu is hic olmayacak.
Dinle cemaat dinle, bu laflari söyleyen hocanun üsteluk vardur altu tane enugu (usagu), habu altu usagu sorayrim, habu altu usagu ne zaman yaptun, nasul yaptun, niye yaptun, kim yaptu. Cevap ver hoca efendu, kim yaptu... Der ki, "yaptum alti usak, cünkü peygamberimizin sünnetidir, ümmeti Muhammed cogalsin..."
Bakun laf nerey geleyu, yani Ümmeti Muhammed cogalsin emri olmasa, bu usaklar olmayacak, laf nereye geliy, gülme.
Allah’in cahil, kuli hoca olup vaz verursin, millet seni imam bilip arkanda namaza duriy, bir kere de deki, „kadun kismi lezuz yaratuktur, nefsum cekti oldi bir uask" demez, niye demez, o lafuni öyle derki, yani kadunda gözüm yoktur, iste Allah’un emri, ümmeti Muhammed cogalsin.
Be adam, derdun buysa, tutma kariyi evde, at sokaga, at da gör, elin adami ümmeti Muhammed’i zebil gibi nasil cogaltiy, sen de kurtul bu sikintidan kaduncaguz da kurtulsun, kurban oldugum sani yüce Rabbimin ümmetini adam biliy, otirmis vaaz veriy, cemaat da seni adam biliy, arkanda namaz duriy, ne günlere kalduk...

BENI KANDIRAMAZSUN

Daha vaktumuz vardur, hemen ayaklanmayun, riya üstüne de bir lafum vardur.
Adam gelmus, benumle iste sizun gibi sohbet yapayruk, konusiyrik, hoca efendi dedi, seriat bir dedi ben üc kere hacca gittim, seriat bir ay oruc tut dedi, ben üc aylari de tutarum, seriat bes vakit namaz kil dedi, ben üstüne bes daha katarim, seriat kelime-i sehadet getir dedi, aksama kadar elimden tesbih düsmez.
Tabi cemaat, laf lafu acar hoca efendi köyde ondört dönüm tarlam vardur, 25 dönüm findukluk, sehirde de iki dairem vardur, birazcuk da bankada ölümlük param, simdi zekat verecum, tarlanun kirkta biri mi, bankadaki paranun kirkta biri mu, kitap ne der bu ise?
Ee dürzü, e münafuk adam, Allah'un her bir dedugunu üce-bese cikarttun da, is zekata gelunce nicun kirkta bire indirursun. Onin da yok efendum tarlasi mu, yok efendum bankasi mi?
Iyi tanirum bu kavati, inanun bankada kirk lira para birakmistur, gerusunu mala yatirmistir, bekliy ki ben bankadaki paranin kirkda biri diyim, o da, öyle mi, alsin bir lira parayi getirsun caminin güzellestirme dernegine kurtulsun zekat derdunden, cahilluk iste ...
Yoo Müslüman yoo Hadi tarladaki ürünü kandirdun, hadi findugu da kandirdun, hadi bankadaki boyali memurlari da kandirdun, beni kandiramazsun, aha kitap acup bakalum ...

KADUNIN GÖNLI FINDUKLUKTA KALDI CEMAAT

Ses cikartmayun, lafimi dinleyun, bunlar burada söylenecek konisik olmasa, hoca efendu söylemez, bu cübbeyi bosuna giymeduk, cahul degiluz, lafuni hoca efendu kirk tartar, bir söyler, ne sanaysiniz hoca efendiyi
Ey müminler, su Boztepe'den Trabzon'a bakaysin, diyorsin ki icinden, insanlar isin'de gücünde, ne rahat, iste böyle degil sayun cemaat, memleket alttan alta kaynay, kaynay ...
Kadunin biri bizim hanima danismis. Bu isler böyledur, bizim hanum da uygun uygun bana söyler, seriatun gereguni söyleriz, hanum da yine kaduna söyler.
Dinle cemaat, neler var, hangi devurda yacayruk, bunlarun hepsi alamet, alamet ... Bu kadun yazin, mayis basinda köye cikarmis kadun basina. Anlasilan o ki, kocasi da kavatin biriymis, kadun kismi tek basina köy yolina yollanir mi?
Iste bu utanmaz kadunun finduklukta marabalariyla basundan bir is gecmistur, is ki ne is, alamet bunlar, iyi dinle Müslüman, anla hangi devurda yasayruk.
Bu marabadan olmus mi bir usak, kocasi da sanayki bu usak benum usak ...
Ee kadun, sesuni cikartma otur asagi, daha ne belani araysin.
Simduk, bu kadunin üc ayluk bebegu, her gece kadunin rüyasina giriymis, kadunin girtlaguna yapisip, bogaymis, ne diymis usak, "Anne! Anne! beni babama götür, beni babama götür, yoksa seni bogarim..." Üc ayluk usak deyu bu laflaru eyi dinle.
Her gece böyleymis, kadunin yalancisiyum.
Bizum hamina demus ki bu rezul kadun, hoca efendu iyi bilur, cocugu maraba babasina götüreyim mi? Hoca efendi kitaba bir baksun, cocugu maraba babasina götürmesem daha büyük günaha mi girerum.
Bak kadunin rezuline. Kadun degil mu, insani vezur de yapar, rezul de..., Simdi bu kadun benden cevap bekliy. Bu iffetsiz seytan kadunun suci yoktir cemaat, kocasi kavat bunin, kadun basina köy yolina yollanir mi kadun kismi ...
Hanuma iyi tembih ettim. Gelursa bu kadin, desun ki ona, hoca efendi kitabin her bir yanina bakti. Cocugu maraba babasina götürmesi cehennemluk günahtur, otirsun asagu, kessun sesuni.
Nicun dersenuz cemaat, daha anlamadunuz mi, kadunin kendi gönli ister marabaya gitmek, üc ayluk melake usak baba mi bilur ... Kadunin gönlü finduklukta kaldi cemaat, finduklukta kaldi. Alacak bizden fetvayi kosacak findukluga.
Ey cemaat nedur bu memleketun hali. Ne namus kaldi, ne haya, böyle karilari ne yapacasun, ama bilecesunuz ki böyle kariya böyle koca müstehaktur, ula pezevenk, kari kismi tek basina köy yolina yollanir mi?

BU ISIN TOVBESI VAR MIDIR?

"...Gelelum livata meselesune. Dinle cemaat dinle, isune gelmeyen cikar gider. Adamin biri sorayi, hoca efendu.basumdan bir cahilluk gesmistur, bunun tövbesi var midur?
Mümin kardeslerum, dedum ki. Bu maskara adama, bu is bastan gecmez, bunun cesutleri, yollari vardur, gerusini anlat bakayim, nedur isin ayrintisu...
Bir sakin dinleyun bu maskara adami, her gün gazeteler yazayi, bir sey olmayi, ses cikartmaysiniz, bu meselelere bir acukluk getirelum, Islam un fikruni söyleyelim.
Muhterem cemaat, bu adam, bu puc heruf der ki, dogru dersun Hoca Efendu, ordan gegmistur da, ayrintisini nasil söylesem.... dürziye bak, dürziye, kulaguna eguldum, usulca, simdi evladum sen adam gibi ben ibneyum desene. Siz bilursunuz hoca efendu deyi, bak puc herufe bak, oglum bu zikkimi yerken utanmadin da simdi mi utaniysin, acikla bakalim, bir defa midur, aliskanluk mudur, nedur? Hocaysak da delu deguluz anlaruz, anlat oglum, islam'da her seye care vardur, adam ne derse begenursunuz, "Hoca efendu sen en iyisi bir defa olirsa ne olur? aliskanlik olirsa ne olur? lkisinin de tövbesi var midur ayri ayri söylesen..."
Ee pezevenk, e gavurun pucu, bu isin biri da bir, bini da bir, daha ne tövbesi araysin.
Ey cemaat, iste kitap, iste Kur'an, her iste tövbe var, bu iste tövbe yok.
Olaki icinuzde derduni anlatamayanlar vardur, lafumi eyi dinleyun bu adamlarun elinden bir sey alunmaz, bu adamlarun eline bir sey verulmez. Hic careleri yoktur, nacar yanacaklar.
Gelelum bu dürzünün usaguna ne diyor, bir defa olirsa ne oliymis, aliskanluk olursa ne oliymis, Göriy misin uyanigi, onin hesabi, alacak hoca efendunun agzindan tövbenin garantisunu, yine kosup yetisecek o ise, göriymisun uyaniki, aklunca beni kandiriy. Ne günlere kalduk, belki icinizde bu isi yapanlar vardur, yatacak yerleri yok ey cemaat, yatacak yerleri yok, ne kilduklari namaz namaz, ne alduklari abdest abdest, o isi yaparken düsünseydiler, nacar, yanacaklar.

Dienstag, 10. Mai 2005

Hatırlıyor musun?

Elini tren penceresinden uzatıp sallarken gülümsüyordu güya.
İçine doğru ağladığını kim bilebilirdi? Ve sen yanaştın pencereye, tam da tren hareket ederken hatırlıyor musun?
"İstemiyorsan hemen in!" dedin bağırarak. Ötekiler farkında değildi, ama çocuk duydu.
Çok geçti lakin... Tren gidiyordu. Bir kez daha haykırdın sonra... Çocuk duydu.
"Mektup yaz bana gidince... İstemiyorsan hemen dön, hemen... Aldırırım seni! Bırakmam gurbetlerde!.."




Yarın sana geleceğim. Beyaz tülbendini indirip pamuk saçlarını okşarken soracağım:
"Hatırlıyor musun?" "Hatırla ne olur... Biliyorum bütün görüntüler silinip gitti ama o günü hatırla... Bir tek sen söyleyebilirdin, bir tek sen... Kalabalıkları kaale almadan, kendi yüreğimin sesini dinlememi bir tek sen söyleyebilirdin bana. Bir tek sen.. Gözlerim gülerken içimin ağladığını bir tek sen görebilirdin. Gördün de... Bir tek sen... Sen benim annemsin, hatırlıyor musun?"

Ali kirca nin Hatırlıyor musun? adli yazisindan

Çetin Altan da diyor ki:

"Diş ağrısı aslında dört ayak üstünde olmamakla ilgilidir.

Mesela diş ağrıları olmaz aslanda, kaplanda.

Biz insanlar ayağa kalkmışız. Enerji beynimize gitmeye başlamış ve ölüm bilinci oluşmaya başlamış."

Ne ilgisi mi var? Sizin hiç dişiniz ağrımadı mı?

Klavye ve uzaktan kumanda

Şu anda evde elektrikler kesik. Yıllar var ki bir yazıyı ilk kez el yazısıyla yazıyorum. Elim resme yatkın olduğundan eskiden yazım da güzeldi; yani öyle derlerdi. Oysa şimdi, bütün her şeyi bilgisayar başında hallettiğimden, valla elle yazmayı da unutmuşum! Sadece kısa notlar almak, bir kenara adres, telefon numarası kaydetmek gerektiğinde elime kalem alıp bir şeyler çiziktirdiğimden, el yazım da berbat hale geldi; bazen ben bile okuyamıyorum.

Bilgisayarda yazma kolaylığı, her işte olduğu gibi bu yazı mesleğinde de artıları ve eksileriyle hayatımıza girdi bir kere. Eskiden elde kalem yazarken, demek ki, şu anda yaptığım üzere, cümleyi bitiremediğim zaman, durup düşünürdüm. Düşünürken ya son yazdığım kelimedeki harflerin üzerinden gider, ya farkına bile varmadan kağıdın kenarına bir desen, bir resim çiziktirirdim. Ekran başındayken ise, işte yazıp gidiyorsun... Beğenmediğin yeri, tık, siliveriyorsun. Halbuki kağıt üzerinde karalama var; ve kendi düşünce kabızlığını yüzüne vuran siyah çizgiler... Ekran başında "kopyala-yapıştır" kolaylığıyla, yazının kurgusunu birkaç saniyede değiştirebiliyorsun. Lakin kağıt üzerinde, bir paragrafı alıp üç beş sayfa sonraki bir bölüme aktarmak için bir sürü işaret, uyarı filan koyacaksın kendine; bunu yerine, bazen yeniden yazmak daha makul geliyor. Yeniden yazınca da, mutlaka daha güzel yazıyorsun. Yani zahmetli olduğunda, yani daha fazla emek harcadığında ürün daha kaliteli oluyor... Mu? Acaba? .. Yazarken teknolojiden yararlanmak, insanın düşünce akışını, yazım tarzını, üslubunu hangi düzeyde ve nereye kadar etkiliyor ki? Belki de kendi "özgür" ideolojik formasyonumuzda teknolojinin son nimetlerinin de gizli izleri, çizgileri vardır. Bir yanda elimizde kara kalem ile hükmettiğimiz beyaz kağıt üzerine yazdığımız fikirler; diğer yanda klavye ile bilgisayara döktürdüğümüz cümleler. İkisinde de kendimiz yazıyoruz; ancak ikincisindeki teknolojik rehavet, imkanlar, daha az harcanan emek... Bize hep işin kolayını, kestirme yolunu empoze ediyor olmasın?! Şimdi burada teknolojinin nimetleri karşısında nankörlük ettiğimi sanmayın. Mesela şu anda dört bin vuruşluk köşe yazımın neresindeyim, kestirmem mümkün değil. El yazısıyla yazmayı özlemişim ama, yine de lafı toparlamalıyım: Elektrikler kesik olmasaydı aslında yine benzer bir tekno-ideolojik insan halinden söz edecektim. Yazar ve bilgisayar arasındaki ilişkinin bir benzerinden... Televizyondan ve bilhassa elimizden bırakmadığımız uzaktan kumanda cihazından. Ne müthiş bir icat! Elimizde uzaktan kumanda aleti, sanıyoruz ki, muktediriz ve özgürüz. İstediğimiz düğmesine bastığımızda, istediğimiz kanalı seçebiliyoruz. Hoşumuza gitmeyince zaplıyoruz, zıplıyoruz. Oturduğumuz yerden, TV aracılığıyla adeta dünyaya kumanda ediyoruz; sanıyoruz ki kanal değiştirdikçe, dünyayı da değiştirebiliyoruz.

Oysa elimizde uzaktan kumanda aletiyle aslında uzaktan kumanda edilen de bizden başkası değil. TV kanalı değiştirirken, sahip değiştiren bir köleden ne farkımız var? Zırt pırt kanal değiştirebilme hazzını tadıp kendimizi tatmin ederken esir düşen; bilgileniyorum işte derken bilgisizleştirilen birer reyting kurbanıyız. Ya da kurban kurbağalar... Bütün ömrünü kuyunun dibinde geçirip, dünyayı dibinden bakıp da görebildiği kuyunun ağzı kadar sanan kurbağalar misali; oturduğumuz koltuklardan seyrettiğimiz dünyayı karşımızdaki TV kutusunun içindeki kadar, onun gösterdiği kadar tanıyabiliyoruz işte... Üstelik tam da elimizdeki uzaktan kumanda aleti sayesinde uzaktan kumanda ediliyoruz. Çok uzaktan, gökyüzündeki uydulardan. "Gökyüzünde yalnız gezen uydular, yeryüzünde sizin kadar yalnızım" halindeyiz. Milyonlarca insan, birbirimizden sadece uzakta kumanda edildikçe haberdarız; bizi "haber" yaptıkları ölçüde. Uzaktan kumanda cihazı ile dünyayı değiştiremiyoruz, sadece TV kanalizasyonları arasında bir değişiklik yapıyoruz... Neyse, bu yazıyı okuyorsanız, demek ki elektrikler gelmiş ve klavyem kalemime el koymuş, ben de internetten yazımı göndermişim. Mutlaka, elimde uzaktan kumanda cihazı, "haber"leri izliyorumdur; dünyayı sabitleyip kanal "değiştire, değiştire"...

Melih Pekdemir

Montag, 9. Mai 2005

Yung teyze

yungteyze

Sonntag, 8. Mai 2005

ANNELER GÜNÜ

yeşildir artık yüreğinde kara bulut
bugün anneler günü annem beni unut

evde acılar koynuna yangelip yatmış
inadına giyin sen de mayısa batmış
yürü sokakta çocukların düşü aksın
yürü ki saksıda çiçekler sana baksın

diline genç anılarından bir türkü seç
beş yıl büyüdüğüm okulun önünden geç
ıslanırsa anıların güneşte kurut
senin günün bugün unutma beni unut
gök mavi deniz mavi tam kıyısında dur
durma eteğinden beni bir daha savur

annem yıldız kayıyor içinden dilek tut
koşuyor sana kısa pantolunlu çocuk
gözünde gözümde gözlerinde bin umut



Nevzat ÇELİK

Mittwoch, 4. Mai 2005

....

1997_7

Dienstag, 3. Mai 2005

Ofli hoca sohbetleri 2

KADUNIN GÖNLI FINDUKLUKTA KALDI CEMAAT
Ses cikartmayun, lafimi dinleyun, bunlar burada söylenecek konisik olmasa, hoca efendu söylemez, bu cübbeyi bosuna giymeduk, cahul degiluz, lafuni hoca efendu kirk tartar, bir söyler, ne sanaysiniz hoca efendiyi

Ey müminler, su Boztepe'den Trabzon'a bakaysin, diyorsin ki icinden, insanlar isin'de gücünde, ne rahat, iste böyle degil sayun cemaat, memleket alttan alta kaynay, kaynay ...

Kadunin biri bizim hanima danismis. Bu isler böyledur, bizim hanum da uygun uygun bana söyler, seriatun gereguni söyleriz, hanum da yine kaduna söyler.

Dinle cemaat, neler var, hangi devurda yacayruk, bunlarun hepsi alamet, alamet ...

Bu kadun yazin, mayis basinda köye cikarmis kadun basina. Anlasilan o ki, kocasi da kavatin biriymis, kadun kismi tek basina köy yolina yollanir mi?

Iste bu utanmaz kadunun finduklukta marabalariyla basundan bir is gecmistur, is ki ne is, alamet bunlar, iyi dinle Müslüman, anla hangi devurda yasayruk.

Bu marabadan olmus mi bir usak, kocasi da sanayki bu usak benum usak ...
Ee kadun, sesuni cikartma otur asagi, daha ne belani araysin.

Simduk, bu kadunin üc ayluk bebegu, her gece kadunin rüyasina giriymis, kadunin girtlaguna yapisip, bogaymis, ne diymis usak, "Anne! Anne! beni babama götür, beni babama götür, yoksa seni bogarim..." Üc ayluk usak deyu bu laflaru eyi dinle.

Her gece böyleymis, kadunin yalancisiyum.

Bizum hamina demus ki bu rezul kadun, hoca efendu iyi bilur, cocugu maraba babasina götüreyim mi? Hoca efendi kitaba bir baksun, cocugu maraba babasina götürmesem daha büyük günaha mi girerum.

Bak kadunin rezuline. Kadun degil mu, insani vezur de yapar, rezul de..., Simdi bu kadun benden cevap bekliy. Bu iffetsiz seytan kadunun suci yoktir cemaat, kocasi kavat bunin, kadun basina köy yolina yollanir mi kadun kismi ...

Hanuma iyi tembih ettim. Gelursa bu kadin, desun ki ona, hoca efendi kitabin her bir yanina bakti. Cocugu maraba babasina götürmesi cehennemluk günahtur, otirsun asagu, kessun sesuni.

Nicun dersenuz cemaat, daha anlamadunuz mi, kadunin kendi gönli ister marabaya gitmek, üc ayluk melake usak baba mi bilur

... Kadunin gönlü finduklukta kaldi cemaat, finduklukta kaldi. Alacak bizden fetvayi kosacak findukluga.

Ey cemaat nedur bu memleketun hali. Ne namus kaldi, ne haya, böyle karilari ne yapacasun, ama bilecesunuz ki böyle kariya böyle koca müstehaktur, ula pezevenk, kari kismi tek basina köy yolina yollanir mi?

“Ilımlı laiklik olmaz mı?”

Başbakan ile Genelkurmay Başkanı arasında ideolojik ayrılık mı, yoksa yaklaşım farklılığı mı var? Ya da dünya görüşleri mi farklı? Aslında dünyayı kendi baktığımız gibi görmüyoruz. Dünyamızı bize dün din gösteriyordu; artık buna ilaveten medya da gösteriyor ve tasvir ediyor. İşte buna dünya görüşü diyorlar.

Medya dediğimiz bir kurumlar toplamıdır; gazetedir, radyodur, televizyondur. Netice itibariyle sahibinin sesidir. Sahibi de sermayedarlar. Ama devlet eliyle sermayedar yaratılan Türkiye'de 150 yıldır tepeden kapitalistleştirme ya da modernleştirme ile, bize tepeden bakanlar, dünyayı nasıl görmemizi de tanzim ediyorlar. Tepeden, yani devlet katından. Medya gibi devlet de bir kurumlar toplamı işte... Peki kurumsallaşmış bürokrasinin içinde en etkilisi hangisi? Evet, lafı nereye getirdiği anladınız. Türkiye'de üniformalı bürokrasi de, din ya da medya (sermaye) gibi, kendisini dünya görüşümüzü tanzim etmekle mükellef sayıyor. Ama onunla ideolojik mücadele pek akla yatkın bir iş değil. Bu ülkede, üniformalılar sivilleri eleştirebilir. Siviller üniformalıları eleştirince 59. madde devreye girer.

Öte yandan biz millet olarak sadece asker olmak isteyen çocuklarımızı değil, galiba "toplum mühendisi" (sosyolog, iktisatçı, siyaset bilimci, psikolog ve dahi cumhurbaşkanı) olmak isteyenleri Harbiye'ye gönderiyoruz. Genelkurmay Başkanı son konuşmasında, bütün bu mesleklerin fevkinde bir değerlendirme yapmamış mıydı? MGK toplantısında da, generaller sosyolojik bir rapor sunmuşlar; bunu da yeni öğrendim.

Milliyet gazetesi yazarları üç beş gün önce Başbakan ile kahvaltı etmişlerdi. Taha Akyol, Başbakan'ın hemen her soruna yaklaşımında "pragmatik akılcılık" sergilediğinin altını çizmişti. Ki bu Amerikan tarzı kapitalist bir zihniyettir. Ayrıca Başbakan, "bir belediye başkanının iç çamaşırlı manken fotoğraflarını sansürlediği" kendisine hatırlatıldığında şöyle cevap vermişti: "Nihat yapmaz öyle şey, kendisi de bornoz sektöründe çalışıyor." Peki siz söyleyin, burada dinin imanı mı, paranın ideolojisi mi söz konusu?

Genelkurmay Başkanı yine son konuşmasında: "Türk-Amerikan ilişkilerinin kötü bir dönemden geçtiği ve ilişkilerde bir kriz yaşandığı şeklindeki değerlendirme ve söylemler gerçekçi değildir" tespitini yapmıştı. Erdoğan da, işgalin ilk günlerinde, 31 Mart 2003'te Wall Street Journal'da aynen şöyle demişti: "Kahraman genç kadın ve erkek Amerikan askerlerinin, olabilecek en az kayıpla evlerine dönmeleri için dua ediyorum." 4 Ocak 2005 tarihinde Abdullah Gül "ABD ile ilişkiler her şeyin üzerindedir" sözüyle tarihe dipnot düşmüştü. Zaten yıllar öncesinde, 4 Eylül 1997 tarihli Zaman gazetesinde Fethullah Gülen bu dipnotun temelini atmıştı: "İnanmış bir insanın Batı karşısında, Amerika'yla entegrasyon karşısında olması katiyyen düşünülemez." IMF, serbest piyasa, ABD ve AB gibi temel memleket meselelerinde pek farklı düşünmeyenler arasında, demek ki, köklü ideolojik ayrılıktan ziyade bir yaklaşım farkından söz edilebilir. (AB'den bugüne dek Genelkurmay Başkanı'nın siyasete müdahalesi konusunda pek bir tepki gelmemiş olması da manidar değil mi?) Sanırım tek anlaşamadıkları konu, şu laiklik tanımı. Bir ortasını bulsalar da biz de rahat etsek. Bu kadar sertliğe ne lüzum var? "Ilımlı İslam" olmuyorsa, mesela "ılımlı laiklik" deseler... Neme lazım, aslında ortalığı karıştıran da zaten sevgili halkımızdan başkası değil. Seçimlerde AKP'yi iktidara getirir ve anketlerde en güvenilir kurumların başında da askeriyeyi sayar. Biz de işte böyle pirincin taşını ayıklarız.

Melih Pekdemir

2.5.2005
melihpekdemir@birgun.net

Montag, 2. Mai 2005

SERIATTA AYIP YOKTUR

"...Dün aksam bana orta yasli bir adam geldi. ismini vermek dogru olmaz, bu mümin kardesimiz, ne zamandur issüz, gücsüz. Eve para tasiyan, calisan karisiymis, yani karisinin eline bakayi.

Ey müminler! Bu mümin kardesimizin bir derdi vardir. Ola ki icinizde de ayni derdde olanlarinuz vardir. Seriatta ayip yoktur.

Bu Müslüman kardesimize bir gün zevceleri demis ki, "hacan calusan benim, eve parayi geturen benum, o iste de üste ben cikacagum..."

sakin olun cemaat, seriatta avip yoktur, bu cocuklar namaz kilayi, o halde koca herufturler, ögrensunlar, bilmeduklari icin olayi bu cahullukler, bir dinleyun muhterem cemaat,

simdi bu mümin kardesumuz bana der ki, hoca efendi, seriatta buna bir, yol var midir, caiz midur?

Bence bir sakincasi yoktur. Seriat böyle islere karsu deguldur. Eee Allah'un adami, bir kere de o ciksin üste, e dürzü, canin mi cikar...

Ee köpegun enugu, kadin kismi nefus bir cicekdur, erkek olmayla ne oliysin, ne sanaysin kenduni ...

Ofli hoca sohbetleri adli kitap dan

Aziz Nesin
Bam teli
Can Dündar
CUMOK
Enver gökce
Enver Karagöz
Fikri Sönmez
Gülten Akin
Karamizah
Laz Kapital
Melih Pekdemir
Nazım Hikmet
Ofli hoca
Oguz Aral
Oguzhan Muftuoglu
Okuma kösesi
... weitere
Profil
Abmelden
Weblog abonnieren
development