Sitem hakkinda

Bu sitede diger sitelerden sectigim yada gazetelerden buldugum ve sizlerle paylasmak istedigim yazi,siir,resim vs seyleri bulacaksiniz.Umarim begenirsiniz.

Okuduklarim


Barış Pehlivan , Barış Terkoğlu
Metastaz

Dinlediklerim

Seyrettigim filmler

MISAFIR DEFTERI

Samstag, 30. April 2005

sevdaya mı tutuldum

benim de mi düşüncelerim olacaktı,
ben de mi böyle uykusuz kalacaktım.
sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
çok sevdiğim salatayı bile
aramaz mı olacaktım?
ben böyle mi olacaktım?

orhan veli

Freitag, 29. April 2005

Bozkurtlar "töreden partiye"

Gazeteci-Yazar Erbil Tusalp'in yakin tarihimizin yogun bir kesitini ortaya koyarken geçmise ve günümüze damgasini vuran bir siyasi hareketin tarihini anlattigi 'beklenen' kitabi Bozkurtlar "töreden partiye" Donkisot Yayinlari'ndan çikti.

Bozkurtlar "töreden partiye", bugün bogusulan sorunlarin kaynagi olan son 30 yilin toplumsal ve siyasal olaylariyla ilgili bir sentez özelligi tasiyor. Kitap, tek tek olaylara dönük analizlerin sigligini asmaya çalisan bir çaba sergilerken neden-sonuç iliskisini degisik bir üslupla senteze yönelten belgesel bir çalisma niteligi ile dikkat çekiyor. "Sonuç olarak hep birlikte yasadigimizi bir dönemin 400 sayfalik uzun bir hikayesini yazdim" diyor Bozkurtlar "töreden partiye" kitabinin yazari Erbil Tusalp, 'beklenen' çalismasini tamamlamis olmanin huzuruyla ve ekliyor; "Ödenen bunca bedelden sonra insan onuruna yakisan bir hayata ulasmanin belki de tek yolu, dünün ve bugünün gerçeklerine simsiki sarilmaktan, hiçbir zaman unutmamaktan, her zaman animsamaktan geçiyor. Kim ne derse desin belleksiz yasanmiyor!"

Eylem ile söylem farkli olabilir mi?
Kitapta belleklerden silinmek istenen kirli bir tarihin örgüsü sorgulaniyor.Yasakla, yalanla donatilmis bu örgünün kimi ilmiklerinde ideolojisi olan bir siyasi partinin tarihi dokunuyor. Dokumanin gelenegi, örgütü, bakani, milletvekili, militani ve de en önemlisi kan döken can alan eylemleri var. Korku ve kusku ile dokunan bu örgünün, örnegin "faili meçhul bir siyasi cinayet sorusturmasi" ya da "bir trafik kazasi" gibi elde olmayan nedenlerle ilmigi kaçinca, ortaya siyasal karsitlarina karsi sürek avi düzenleyen devletin silahli bir gücünün yasakli tarihi çikiyor. Örgünün soguk savastan esinlenen modeli, silahlari, ruhsatlari, yesilli kirmizili pasaportlari, devlet ve siyaset adamlari, asker ve sivil bürokratlari, polisleri, ajanlari ve kan dökmeye can almaya devam eden yeraltinin karanlik adamlari var.

Bu kitap kisaca o cephede degisen hiçbir sey olmadigini ama, bize degisti diye dayatilmasinin nedenlerini sorguluyor. Kitapta büyük bir dayatmayla belleklere kazinan bu tarih ezberini bozmak için salt ideoloji degil, eylem de sorgulaniyor. Bir baska deyisle eylemi büyük bir özenle söylemden ayri tutanlari aynaya baktirmayi amaçliyor.

Sorularda gizlenen yanitlar
Erbil Tusalp'in irkçiligin ve milliyetçiligin siddetin ayrilmaz bir parçasi oldugunu bir kez daha animsatmak amaciyla yazdigi bu kitapta, simdiye dek yanitlanmayan bir çok sorunun karsiligi var.

Saatler süren röportaj sirasinda sorularini siralayan Erbil Tusalp, "iktidardaki MHP'nin nasil degisip/dönüstügü konusu elbette arastirilip sorusturulmaliydi. Sorun siyaset bilimcilerinin, toplum bilimcilerinin, devlet ve siyaset adamlarinin ilgi alanina girmeliydi.Sorular sorulmaliydi, sorulmadi/sorulamadi. Yanitlar aranmaliydi,aranmadi/ aranamadi. Ama her sey bitmedi. Kimbilir belki de her sey yeni basliyor. Hersey herkesin gözü önünde yasandi, herkes her seyi biliyor..."

Bozkurtlar "töreden partiye" neden yazildi?
Donkisot Yayinlari'ndan çikan Bozkurtlar "töreden partiye" kitabi ile ilgili olarak gazeteci-yazar Tusalp, "binlerce/onbinlerce soru üretmek, binlerce/onbinlerce soru sormak için geç kalinmis degil" diyor ve bir tek soru ve bu bir tek sorunun yanitinin çok önemli olduguna isaret ediyor:

"Ne yönde degisirse degissin, ne ölçüde dönüsürse dönüssün en küçügünden en büyügüne kadar MHP'li ülkücülerin, Susurluk çetesi içindeki konumlari mutlak sorgulanmali. Ülkücüler çetenin neresinde? sorusu mutlaka sorulmali, sorunun yaniti mutlaka aranmali. Perde aralanmali, hiç kimsenin kendi geçmisini satin alacak kadar zengin olmadigi gerçegi bir kez daha anlasilmali. Maskeler düsürülmeli hiç bir kurumun kendi tarihini istedigi gibi yazacak kadar özgür olmadigi gerçegi bir kez daha anlatilmali. Örtü kaldirilmali, bugün yönetimde olanlarin, gözyasi ve kanla yazilan yakin geçmisin suç ortaklari oldugu kavranmali. Irkçiligin ve milliyetçiligin siddetin ayrilmaz bir parçasi oldugunu ögrenmek için yeni bedeller ödenmemeli. Bu kitap bunun için yazildi..."

Bozkurtlar "töreden partiye", yayinlanan kitaplari kadar ayinlanmayi bekleyen çalismalari ile taninan Erbil Tusalp'in 20. eseri...

Mittwoch, 27. April 2005

Genelkurmay fay hattında

Genelkurmay Başkanı 20 Nisan günü çok önemli bir konuşma yaptı. Bunu sadece gazete haberi olarak okuduysanız, sanmam ki anlamlı sonuçlar çıkarmış olasınız. Zaten sol cenahtan da hiçbir anlamlı tepki gelmedi. Öyleyse, önce iğneyi kendimize batıralım. Birgün gazetesi haber ve yorumlarıyla adeta bu konuşmayı teğet geçti. DİSK, KESK gibi sendikalar, sivil toplum kuruluşları pek bir yorum yapmadılar. Aralarında ÖDP'nin de bulunduğu sol partiler bu gelişmeden haberleri yokmuş gibi davrandılar. Şaşkın haldeyim, anlayacağınız. Söyleyecek sözüm çok ama, bana ayrılan yerde sadece şunları yazabileceğim:

Televizyonlardan naklen yayınlanan bu konuşma, adeta Batı Çalışma Grubu raporu mahiyetindeydi. Ermenistan, Yunanistan, Kıbrıs, irtica, Kürt sorunu, ABD ve AB ile ilişkilerden tutun "ülkenin iç gündemini oluşturan" ("Size Anne Diyebilir miyim?" programları dahil!) çeşitli konulara değinilmişti. Genelkurmay Başkanı, "Ulusalcılar"ı hayal kırıklığına uğratan bir yaklaşımla "ılımlı İslam" itirazı dışında ABD politikaları doğrultusunda bir tercih beyanında bulunuyordu. Türk-Amerikan ilişkilerinin kötü bir dönemden geçtiği şeklindeki değerlendirmelerin yanlış olduğunun altını çizmesinden sonra, tam da ABD'nin istediği şekilde, İran'ın nükleer çalışmalarından duyulan kaygıları dile getiriyor, Afganistan'ın NATO için nasıl bir prestij meselesi olduğundan söz ediyordu. Serde münafıklık var ya, kendi payıma küreselleşme vb. konularını okurken, terminolojide bir tercüme kokusu almadım desem yalan olur. Mesela Filistin analizinin yapıldığı bölümde Mısır'daki Şarm el Şeyh kentinin neden İngilizce "Sharm El Sheikh" diye yazıldığını anlayamadım! "AB perspektifi" başlığında da, Kürt meselesindeki malum endişelerin ardından, bir nevi "havetçi" bir tercih mi sergilenmekteydi?! "Burada 'evet' veya 'hayır' demenin sadece AB'nin hakkı, hukuku olmadığını, Türkiye'nin de sonuçta 'evet' ya da 'hayır' diyeceğinin bilinmesini istiyorum," diyen Hilmi Özkök şunu da vurguluyordu: "Doğru olan ve arzu ettiğimiz, başımız dik ve gönlümüz rahat olarak AB'ye tam üye olmaktır." ABD ile ilişkilerin güçlü şekilde sürdürülmesi ve AB'ye tam üye olunması yönünde bu şekilde görüş beyan eden Özkök, Türkiye'nin "bölgesel bir aktör" olması arzusunu da yinelemekteydi. Bu arzu, Genelkurmay'ın, 28 Şubat sürecinden beri ileri sürdüğü, ancak 2001 krizi nedeniyle bir süredir geri çekmiş göründüğü stratejilerine dayanıyordu. Hatırlarsınız, sol cenahta bu değerlendirme "Türkiye alt emperyalist bir ülke mi olacak?" şeklinde tartışılmıştı.

TSK'nin vizyonu ve misyonuyla ilgili bölümde ise "ülkenin bütünlüğüne, ulusal birliğine ve rejimin devamlılığına yönelik tehditlere karşı gerekli tedbirlerin alınması"ndan söz edilince, akla ister istemez şu meşhur iç hizmetler kanununun bilmem kaçıncı maddesi geliveriyordu. Demirel'in geçenlerdeki "Derin devlet, askerdir" vecizesine cevaben, Özkök'ün "devlete çeşitli sıfatlar eklemenin" bir münasebetsizlik olduğu şeklindeki uyarısına da, belki "asker yolu beklerim vay benim emeklerim" türküsü eşlik edebilirdi. Bu uyarının ardından sıra, demokratikleşmeye kanıt olarak gösterilen; yani "Psikolojik Harekat" bölümünün kapatılıp yerine "Bilgi Destek Harekatı" birimi kurulmuş olması şeklindeki bir izlenimin tekzibine gelmişti: "Yapılan isim değişikliğidir. Bu birimin icra ettiği görevlerde ve teşkilatında her hangi bir etkisizleştirici değişiklik yapılmamıştır."


Ezcümle, askeri cenahtan gelen ses şöyleydi: "Biz, biz... toplum mühendisleriyiz. İç dinamik biziz... Siyasi alana da müdahale ederiz." Lakin hükümet bu konuşmayı "aklı selim ve olgun" bulduğunu ilan etmiş, CHP de destek vermişti. Hepsi bu kadar. Türkiye'deki genel teamül geçerli sayılmıştı: Asker konuşunca, siyasetçiler susmalı ya da destek vermelidir. Hatırlayın, 12 Mart muhtırası da başlangıçta kimse muhatap olmayınca ortada kalmamış mıydı? 12 Eylül'den önce, Aralık 1979'da komutanların cumhurbaşkanına verdiği mektup da adresini bulamamıştı... diye devam edecektim ama... edemiyorum; çünkü sütunun sonuna geldim.


Öyleyse; son sözüm ve tavsiyem şudur ki, sol partilerimiz, sendikalarımız ve başta Birgün gazetesini çıkaran arkadaşlarımız olmak üzere köşe yazarlarımız, bu 45 sayfalık konuşmanın tam metnini TSK web sitesinden bir kez daha okusunlar ve şapkalarını önlerine koyup bir düşünsünler... Ankara'da bir zelzele var ama... Bu öncü müdür, artçı mıdır hele bir karar versinler.

Melih Pekdemir

Sonntag, 24. April 2005

Illusion

Eski bir sevdadan kurtulmusum;
Artik bütün kadinlar güzel;
Gömlegim yeni,
Yikanmisim,
Tras olmusum;
Sulh olmus.
Bahar gelmis.
Günes açmis.
Sokaga çikmisim, insanlar rahat;
Ben de rahatim.

Orhan Veli Kanık

Tahir'le Zühre Meselesi...

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

1949
Nazım Hikmet Ran

Samstag, 23. April 2005

Değişik

başka türlü bir şey benim istediğim:
ne ağaca benzer, ne de buluta.
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..

bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun

bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince

nerde gördüklerim?
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka..
.

Can Yücel

Donnerstag, 21. April 2005

Üç beş dakika mola verelim mi?

Baykal, "vatandaşlar tepkilerini bir bayrak yakma girişimi dolayısıyla ortaya koyunca Türkiye'de kıyamet kopuyor" şeklinde konuştu. Ve Bahçeli, "Bu ülkeyle ilgili kaygılarımız için, BİR GÜN SİLAHI ELİMİZE ALMAMIZ GEREKİRSE, bunun şartlarını gördüğümüzde yaparız" dedi. Ve Ülkü Ocakları Konya şubesinde silahlar, işkence aletleri ele geçirildi...

İşte böyleyken böyle...

Ve dört gün önce bir seneyi devreden Birgün ("BİR GÜN SİLAHI ELİMİZE ALMAMIZ GEREKİRSE" demişti Bahçeli, unutmadım) gazetesi de can havliyle çığlık atmasaydı: "Her yer karanlık pür-nur o mevki"de olacaktı. Çığlığına ise sadece ve sadece 15 bin okuru cevap verdi. "Rüya değil bu ayniyle vaki." Ne yapacağız şimdi? Bilmiyorum. Bu yüzden belki yine kendimden alıntı yapıyorum; karnımdan konuşuyorum ve kendimi tekrarlıyorum: Bilmek ya da bilmemek; işte bütün çözüm. Karanlığı yazmak, karanlığı bilmek, karanlığı çözmek... Karanlığı terki diyar edip pür-nur o mevkide olmak? Ne zormuş olmak; olmamak hep kolaymış... Oysa bütün mesele olmakmış... Olduk da... peki niye böööyle 15 binde çakılıp kaldık? ("BİR GÜN SİLAHI ELİMİZE ALMAMIZ GEREKİRSE" demişti Bahçeli, unutmadım.) Sebebimiz, içinde yaşadığımız toplum. Toplum ise, işte, bizim de bir sonucumuz...

Malum gerekçelerle devre dışı kaldık. Ne yaptık? Devre arasında düşler kurduk, düşler bozduk... Düşlerimizde düşünceler keşfettik. Dertlerimize çareler bulduk. Ve teorik sorunlarımıza pratik çözümler. Ve pratik sorunlarımıza teorik çözümlemeler... İdeolojik açmazlarımıza politik anahtarlar uydurduk. Kimi zaman baktık ki, apolitik kilitleri ancak reel politik maymuncuklar açıyor. Utandık. Vazgeçtik. Bilmek istedik. İmdat dedik. Bilim imdadımıza gelse diye geveledik.. Hatırladık: Ütopik gerçek (soyut arzu) sahicidir; özgürlüktür, eşitliktir, kardeşliktir. Sahici gerçek (somut arzu) sadece sahicidir ve... Gayri insani midir? Sadece para mıdır, araba mıdır, ev midir, vesaire midir? İnsanlar bunun için mi dine ve milliyetçiliğe sığınıyor? Sahici gerçek kadar sahici ve korkunç olandan azat olmak uğruna, "cehennem ütopyası"na ve "kızıl elma"ya bile inanmak istiyor? Öyleyse, gerisi boş laf. Gerisi palavra...

İçerimiz sıcak, dışarımız soğuk iken; bilinmeli ki, buğuluyuzdur. İlk sözümüz, her daim buğuludur, pusludur. Belki de bu yüzdendir kolay okunamayışımız, anlaşılamayışımız. Bilirim. Sebebi ideolojiktir. İçerimiz kirlenmişse, yine bilirim, baktığımızda kirli görürüz dış dünyayı... Dünya dünya maliki dünyayı; "kirli misin temiz misin" diye sual ettiğimiz şu kavanoz dipli dünyayı...

(Bütün mesele nerede, peki siz biliyor musunuz? Artık MERAK etmiyorsunuz! Oysa solculuk merak etmektir. Oysa eskiden merak ederdiniz; mesela Demirel "üs yok tesis var" deyince merak ederdiniz, gerçeği bulurdunuz ve onun doğru söylemediğini halka anlatırdınız. Şimdi mesela, Orhan Pamuk niye böyle demiş diye merak etmiyorsunuz. Orhan Pamuk'a kestirmeden itiraz edince, kendinizi "basmakalıp solculuk" - "madem Orhan Pamuk solcudur, onu desteklemeliyiz" formatı- karşısında "aykırı" hissedip belki haz duyuyorsunuz... Aykırı olunca muhalif olarak kaldığınızı zannediyorsunuz... Yanılıyorsunuz sevgili kardeşlerim, yanılıyorsunuz! Halkın değerlerine ters düşmemek mazeretiyle, solculuğun ve de insan olabilmenin temel değerlerine ters düşebilmenin "aykırılık, muhaliflik" olduğuna dahi inanabiliyorsunuz.

Halk ile ortak "biz" zamirini kullanabilmek uğruna bu öznenin içine bütün herkesi katmaktan çekinmiyor; Baykallar, Bahçeliler, Özkökler ile benzer cümleleri oluşturuyorsunuz. Oysa solculuk, eşitlik ve özgürlük isteyen herkesle beraber olabilmek için, herkesten önce aykırı ve isyankar olabilmek değil midir? Bunu, unutuyorsunuz! Bugün merak etme güdüsünü yitiren solcular arasında da sıradan bir şekilde, günlük hayatta, milliyetçilik borusu ötüyor işte. Solcu olduğunuzu size hep başkasının mı hatırlatması gerekiyor; mesela şimdi Bahçeli'nin?

Şu ülkede bir insanın solcu kalabilmesi için demek ki sağlam hafızaya sahip olması gerekiyor. Bahçeli önce "Bir gün elimize silah almamız gerekirse" demişti; ve hemen ardından da "Sokakta ülkücü istemiyorum" sözleri manşete çekildi. Şimdi eski solcular, hatırlayın bakalım; faşizmin iki temel özelliği neydi? Terör ve demagoji!)

"Derdin nedir senin be kardeşim!" mi diyorsunuz? Söyleyeyim: Yazdıklarımız, mesela aha tam da işte burada, yazarının yazdığı bir köşe yazısı olmaktan çıkabilse... Okuyucunun içinden okuduğu ve bir iç konuşma haline getirebildiği, bizzat şahsına ait bir anlatı olabilse... Zira yazarın ne anlattığı, yazdığı zaman tüketmiştir anlamını; okuyucunun yazılanı okuduğu zaman ne anladığı, keşke, yeniden üretebilse sessizce haykırılan çığlığı besleyen fikrin anlamını; "fikrimizin ince gülünün" encamını... Keşke...

Melih Pekdemir

19.4.2005

Mittwoch, 20. April 2005

Makyaj

Tanrı dağları yaratmış. Bakmış, "Elime sağlık" demiş.
Sonra nehirleri, gölleri, denizleri yaratmış. "Çok güzel oldu" demiş. Ormanları yarattığında bakmış, "Nefis!" demiş.
Hayvanları yaratınca "Yakıştı bunlar da ortama" demiş.
Erkeği yaratmış sonra. "Hah!" demiş, "En güzel eserim de bu oldu. Mükemmel!
" En son kadını yaratmış. İncelemiş bunu. Bir sağına bakmış, bir soluna bakmış...

"Neyse" demiş "Bu da makyaj yapar artık"

Dienstag, 19. April 2005

POLİTİKA BUDUR...

Bir bürokrat yoksul bir adamı ziyarete gitmiş demiş ki: "senin
oğlana bir eş bulalım, zamanı geldi artık."

Adam: "ben hayatımda oğlumun işine karışmadım." demiş.
Bürokrat: " ama demiş bu kız Rahmi Koç'un kızı" deyince

Adam: "a aaa ..tamam o zaman" demiş ve durumu kabul etmiş"
Sonra bizim bürokrat Rahmi Koç'un evine gitmiş: " kızınız için harika bir koca adayı buldum" demiş.

Rahmi Koç şaşırarak: " ama benim kızım daha çok küçük" diye itiraz etmiş.
Bürokrat: " ama bu genç adam DÜNYA BANKASI'nda başkan yardımcısı" deyince.

kızın babası: " a aaa... tamam o zaman" diyerek duruma hemen razı oluvermiş.

Sonunda bizim bürokrat DÜNYA BANKASI başkanını ziyarete gitmiş ve demiş ki:

"başkanım, size harika bir başkan yardımcısı adayı buldum"
Başkan: " iyi ama benim zaten ihtiyacımdan fazla yardımcım var" deyince

Bürokrat: ama bu Rahmi Koç'un damadı" demiş.
Başkan da " a aaaa...tamam o zaman" demiş.

İşte politika budur...

Dede

Şapka satarak gecinen bir adamin yolu birgun bir ormana duşmuş... bi sure yurudukten sicaktan ve yorgunluktan bunalmiş, bir agacin altina oturmuş,
Şapkalarla dolu sepetini de yere koymuş, ve uykuya dalmiş... Birkac saat sonra adam tuhaf sesler duyarak uyanmiş.. bir de bakmiş ki yanindaki sepet bomboş, şapkalar gitmiş..!!
Bir de kafasini kaldirip agaca bakmiş ki, agacin dallarinda bi suru maymun, herburak birinin kafasinda adamin şapkalari.... adam duşunmeye başlamiş:
"Ben şimdi napicam, şapkalari bu maymunlardan nasil alicam...?"..
Duşunceli bi şekilde kafasini kaşirken bi bakmiş maymunlarda adamin taklidini yapiyolar kafalarini kaşiyolar... adam ellerini havaya kaldirmiş , maymunlar da aynisini yapmişlar.. derken adam napicagini bulmuş.. kendi başindaki şapkasini cikartip yere atmiş, tabi maymunlar da kafalarindaki şapkalari hemen yere atmişlar..adam boylece butun şapkalari toplayip sepetine koymuş...
Aradan 50 yil gecmiş... artik adamin bir torunu varmiş, o da dedesi gibi şapka saticisi olmuş... gunlerden birgun onun da yolu ayni ormana duşmuş. hava yine cok sicakmiş ve genc adam bir agacin altina oturmuş, şapkalarla dolu sepetini yanina koymuş ve uykuya dalmiş.... bir saat sonra uyanmiş bir de bakmiş sepetin icinde şapkalar yok?!?!.. derken tuhaf sesler duymuş bir de kafasini kaldirmiş ki agacin ustunde bi suru maymun, hepsinin kafasinda birer şapka.... adam duşunmuş:
"Dedem yillar once bana bir hikaye anlatmişti... napicagimi cok iyi biliyorum....
"Adam kafasini kaşimaya başlamış, maymunlar da aynisini yapmişlar... adam ellerini havaya kaldirmiş, maymunlar da ellerini kaldirmiş.... ve adam gulumseyerek kendi başindaki şapkayi cikarmiş yere firlatmiş. o anda maymunlardan biri agactan inmiş , adamin yere attigi şapkayi kapmiş, adama da bi tokat atmişve :

"Sadece senin mi deden var lan !..??"

Montag, 18. April 2005

Din hocasi-ögrenci diyaloglari!

-Cocuklar cehennem cuma gunu safak vaktinde olucaktir.
-Ama hocam nereye gore safak vakti? bizde safak vaktiyken diger tarafda gece
oluyor..
-Numaran kacti senin?
-Ne oldu ki hocam?
-Cok guzel soru sordun 5 vericem..cevabini bilmiyorum cunku..


-Arapca bilenler el kaldirsin...(sadece 1 kisi el kaldirir...)
-Afferim kizim Ayseeeee... siz niye bilmiyonuz? Nasi dua ediyonuzzz???
-Hocam ben turkce dua ediyorum.
-Olmaazzz! Arapca edicen! Turkce kabul olmaaazzz!
-Niye hocam, Allah turkce bilmiyo mu?
-Haasaaaa! haaaasssaaaa!!!


-Cocuklar cuma namazi herkese açik olan bir yerde kilinir .
-Hocam bizim ev herkese acik ,bizim evde niye kilmiyolar ?
-Olmaz oglum istediiin her zaman girebileceiin bir yer olmali.
-Hocam bizim eve istediginiz zaman gelebilirsiniz ama.
-Olum sizin ev genelev mi?


-Hocam ramazanda iliski yasakmi?
-Iftara kadar yasak iftardan sonra atis serbest cocuklar.
-Oglum seni dovup disari atarim annadin mi...
-Evet hocam...
-Defol git evladim
-Peki hocam....


-Hocam dinen viagra kullanmak caiz midir?
-Oglum sen bu yasta viagrayi soruyosan sana ilerde kriko gerekecek benden
söylemesi.


(Konya Gundogdu lisesi.. hoca Salih Odabasi.. iyi de bi adamdi..) sive olayi
vardi biraz..
- Yazin evladim.. gattolitik bopazlar.. (katolik papaz)
- Pardon hocam??
- Gattolitik bopaz evladim aaaa..
- Tamam hocam pardon..


-Cocuklar simdi, ahiret gununde butun herkes tartilicak, sevaplari
gunahlarindan fazla olanlar sirat koprusunden gecerek cennete ulasicak
-Hocam nasil bir sey o sirat koprusu
-Kil gibi ince kilic gibi keskin
-Eee nasil geciyoruz ki biz ordan hocam? Ayagimiz acir, duramayiz ustunde
denge diye birsey var herkes cehenneme duser boyle hocam.
-Sevabi fazla olanlara o kopru boyle otoban gibi genis gelecek
-E hocam sevabi fazla olanlar gecicekse kildan kopruye otobana ne gerek var?
allah sevabi cok olana gec desin gecsin, az olana cehenneme git desin
gitsin, sanki itirazmi edicez
-Sus esek sipasi aklin ermez senin Allahin isine, tovbe summe hasa, tovbeee


- Bu evren, bu kuslar, bu bocekler cicekler, hepsi yuce rabbimizin bizlere
birer armaganidir..kendi vucudunuza bir bakin..bu mukemmeliyeti baska kim
yapabilirdi ki? mesela gozlerimiz..yuzumuzde yani ona en uygun
yerde..Gozlerimiz diz kapaklarimizda olsaydi ne kadar cirkin olurdu degil
mi?
- Itirazim vaaaaaaaar...
- Soyle cocugum!
- Eger gozlerimiz diz kapaklarimizda olsaydi degisen hicbirsey olmazdi,
çunku herkesin gozleri diz kapaklarinda olurdu, o zaman da siz ''çocuklarim,
gozlerimiz yuzumuzde olsaydi ne kadar cirkin olurdu" derdiniz, ben de
itirazim vaaaar derdim..


- O derse aldigim kedi yavrusu sinifta gezerken hoca: kim soktu bu mendebur
hayvani sinifa?
- Beeen. ama hocam o da alahin yarattigi bir varlik degil mi? yazik...
- ??? e tabi, o da allah-i teala'nin yarattigi bir mahluk. hem peygamber
efendimiz de severmis. ay pek de sevimli kerata...


-Hocam o isi yapmak gunahmi?
-Hangi isi evladim?
-O isi iste hocam
-Haa elle tatmin mi? Gunah, gunah.
-Hocam siz simdi hic dokunmadiniz mi yani?
-Gelirsem oraya dokunduracagim yeri biliyorum, tovbe tovbee
-Ahauh


- Hocam n'olcak bu cimbomun hali?
- Bak simdi Tugay'i al orta sahaya yerine de Ergun'u koy bak ne guzel is
yapar
- Hocam mudur bey bakiyor!
- Ahlak ve fazileeet her zaman muslumana yakisir,
- Tamam hocam gitti.
- Sonra Hakan Unsal'i geriye almak lazim...


- Peygamberimiz Hazreti Muhammed salallahu aleyhi vesellem de iftarini hurma
ile açarmis...
- Hocam, Mekke'de iskender kebap mi vardi ki?
- Sus! terbiyesiz, zindik, kâfir!....


- Cocuklarim eger dunya gunese 1 cm. yakin olsaydi her yer erir eger 1 cm
uzak olsaydi her taraf donar ve yasayamazdik.... Allah'in oldugunu bundan
anlayabiliriz.
- E iyi de hocam dunya gunese 18 ocakta yakinlasir 21 haziranda da
uzaklasir...hem de 1 cm degil yaklasik 2 milyon kilometre...ee hic bir sey
olmuyor...
- Iste bu da Allah'in bir mucizesidir evladim...otur..laubali ukala...

Sonntag, 10. April 2005

Şoyle diyor cyrano:

nedir ki buse?
biraz daha yanyana yapılan bir vaattir.
yemindir kanmayana
bir itirafın candan delil bulmasıdır;
sevişmek mastarının gül pembe noktasıdır.
bir sırdır ki söylenir ağza kulak yerine,
bir gönül hazzıdır ki,
hep derinden derine yayılır.
bir visaldir karanfil lezzetinde
dudakların ucundan ruhu tatmaktır biraz...

Rivayet işte...

Fransa'da bir zamanlar hanımların şarap içmesi yasaklanmış. O zamana kadar birbirlerini koklayarak ve bu arada burunlarını birbirne sürterek halleşen çiftler, öpüşmenin tadını almışlar.

Başlangıç olarak ne kadar güzel değil mi ? Kadehten yeni ayrılmış bir dudağın lezzetini hisseden insanoğlu, hanımlara içki yasağı sonradan kaldırılmış olsa bile bu işi bir daha hiç bırakmamış....

Bir Kerkük manisi

Yanağının dört biretrafı
Pembe gül, ala güldür
Öpsem öldürürler
Öpmesem ölürem, hara gidim

Aziz Nesin
Bam teli
Can Dündar
CUMOK
Enver gökce
Enver Karagöz
Fikri Sönmez
Gülten Akin
Karamizah
Laz Kapital
Melih Pekdemir
Nazım Hikmet
Ofli hoca
Oguz Aral
Oguzhan Muftuoglu
Okuma kösesi
... weitere
Profil
Abmelden
Weblog abonnieren
development